Yaşadığımız son yangınlar ve sel olayları ile birlikte, iklim değişikliğinin yol açtığı tehlikelerin farkına varmış olsak da maalesef yaşamdaki değişiklikler, farkındalıktan daha hızlı ilerliyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye son 50 yılın en sıcak mayıs ayını 2021 de yaşadı. Yağışlar bir önceki mayıs ayına göre %66 azaldı. Yağışlardaki azalmadan %83 ile en çok etkilenen bölge Güney Doğu Anadolu olurken bunu %82,7 ile Akdeniz Bölgesi izledi. Sıcaklıklardaki artış ve yağışlardaki düşüş Türkiye’nin TARIMSAL URETIMINI doğrudan etkiledi.
Değişen iklim şartları ve artan sıcaklıklar ile birlikte, ileriki yıllarda daha vahim tabloların karşımıza çıkacağı çok belli. Biz henüz bu etkileri yaşamadan, önceden yapmamız gerekenleri yapmadığımız için şu anda bazı ülkelerden daha çok etkileniyor olabilir miyiz acaba?
Bakın 2005 yılında çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma Kanunu, Tarım Bakanlığı’na bir görev veriyor ve emrediyor: “Tarımsal alanlarda hangi ürünlerin ne kadar miktarda yetiştirileceği ile ilgili ürün planlamasını yap”
Yıl 2021 halen böyle bir plan yok!
Türkiye’nin mevcut suyunun dörtte üçü tarımda kullanılırken, bu planın nihai amacının “Su Yönetimi” olduğunu bilmek gerekir!
Havzaya gelen su miktarı belli. Bu artmadığı gibi gittikçe azalmakta. Ne yapmanız lazım bu suyu planlamanız lazım.
Ne kadarını tarımda ne kadarını sanayide ne kadarını evlerde kullanacaksınız. Doğa’ ya ne kadar su bırakacaksınız? İşte bu planlamanın yapılabilmesi için öncelikli olarak tarımsal alanlarınızı belirleyerek bu alanlarda ürün planlaması yapmanız gerekmekte.
Hadi mevcut tarım arazinize göre bu planı yapmadınız, o zaman elinizdeki “su miktarına” göre tarımsal üretim planını yapmanız gerekmekte. Ama ikisini de yapmayıp işi takdiri ilahiye ve çiftçinin inisiyatifine bırakmak tam bir iş bilmezliktir veya kasıtlı görev ihmalidir.
————
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ nin verdiği bilgilere göre hububat ve baklagiller kuraklıktan en fazla etkilenen tarım ürünleri. Bu yıl arpa, buğday ve kırmızı mercimekte ciddi oranlarda üretim kaybı bekleniyor.
Meyveler, yem bitkileri ve meralar susuzluktan zarar görmeye devam ediyor. Piyasalarda arz-talep dengesizliğine yol açan bu durum gıda fiyatlarındaki artışlar açısından hepimizin ekonomisine olumsuz anlamda etki ediyor.
Türkiye’ nin ilk tarımsal emtia borsası olan İzmir Ticaret Borsasından gelen bir açıklamaya göre; Türkiye’ nin tarımsal faaliyetlerinde, kuraklığın kalıcı zararlara yol açabileceğinin altı çiziliyor.
Ne anlama geliyor bu?
Verilen bir örnekte; ülkemizde normalde dört defa sulanan pamuk için bu yıl sadece iki defa su verilebileceği ifade ediliyor. Panik yaratan bu durum üreticiyi erken sulamaya itiyor ve bu yanlış uygulamadan dolayı pamuk üretimindeki verim %30 oranında düşüyor. Yine bir iş bilmezlik ve plansızlık!
Sadece pamuk değil, üreticiler ayçiçeği ekebilmek için tav suyu* bulamadı. Hububatta tüm zamanların en büyük verim kayıpları yaşandı. (*Ekim öncesi toprağı nemlendirmek için kullanılan su)
Devletimiz acilen kuraklığa dayanıklı ürünler hakkında çiftçimizi bilinçlendirmeli ve bu ürünlerin üretimi özendirilmelidir.
Tarımsal üretimde harcanan suyun azaltılması Tarım Bakanlığı’nın öncelikli konusu haline getirilerek, otomasyona bağlı damlama sulama alt yapısının tüm çiftçimiz tarafından kullanılması zorunluluk haline getirilmeli tabi eş zamanlı olarak bu alt yapının kurulabilmesi için de maddi anlamda üreticimiz teşviklendirilmeli.
Küresel kuraklığa bağlı olarak tarımsal üretimin azalması, doğal olarak bazı ürünlerin arzında daralma yaşanmasına yol açmaktadır. Devletimizin bir başka görevi de bu ürünleri tespit ederek acilen başka ülkelerin yaptığı gibi stoklama yoluna gitmektir.
Zaman zaman üretimimizin yetersiz kaldığı tarımsal ürünlerde ithalat yoluna gidildiği gözlenmektedir. Burada hatırlarsanız geçmişte kamuoyunun en çok tepkisini çeken, buğday ambarı olarak ifade ettiğimiz ülkemizin buğday ithal etmesi idi. Ne var ki bu tepkimiz gerçekleri değiştirmiyor.
İhtiyaç var ise dışarıdan alınacak fakat burada yapılan en acemice hareket, Toprak Mahsulleri Ofisinin, tam da çiftçimizin alın teri dökerek ürününü hasat ettiği bir zamanda, buğday ve arpa alımı ile ilgili açıkladığı taban fiyattan, daha yüksek bir fiyat ile yurtdışından ürün satın almak için ihaleye çıkmasıdır. Yani Türk çiftçisinin emeğine verilmeyen para yurtdışındaki üreticiye veriliyor.
Kendinizi güneşin altında akşama kadar ter döken çiftçimizin yerine koyun ve empati yapın lütfen!
“Çiftçinin milletin efendisi” kabul edildiği zamanlardan sonra geldiği noktaya bakın.
Ekimi yapılan yerli tohumların bile çıkartılan kanunlar ile elinden alınarak, kimyasal gübreler ve özel ilaçlar olmaksızın tarımının yapılması imkânsız olan dış menşeli genetiği bozuk tohumlara mahkûm edilen çiftçimiz, yüksek üretim maliyetleri sonucu zarar ederek, tarımsal faaliyetlerini sonlandırmak durumunda kalmıştır.
Karnını doyurmak için kendini yaşadığı toprakların dışına atmak zorunda kalan çiftçimizin içinde bulunduğu durumun, devlet eliyle yürütülen art niyetli bir politika mı, yoksa yanlış bir tarım politikası mı olduğunun cevabını Siz okurlarımın vicdanına bırakıyorum.