Birleşmiş Milletler geçtiğimiz günlerde yayınladığı kırmızı kodlu bir raporla dünyanın geleceğine dair oldukça karanlık bir tablo sergiledi.
Rapora göre, dünyayı önümüzdeki dönemde sıradışı ve büyük felaket kabul edilecek derecede doğal afetler bekliyor.
Küresel ısınmanın da tetiklediği bu süreçte önüne geçilemeyecek derecede yıkıcı, yakıcı seller yangınlar, kuraklıklar insanlığı bekliyor.
Yüzlerce sayfalık raporun neredeyse her cümlesi tüyler ürperten derecede.
BAĞIRA BAĞIRA GELİYOR
Aslında bu rapora bile gerek yok. Bu çalışmada yazılanları zaten uzun süreden beri yakından izliyoruz, şahit oluyoruz ve endişe ile geleceğe bakıyoruz.
Yani geleceğin kabus senaryoları bağıra bağıra geliyor.
Zaten halen dünyayı etkisi altına alan, etkilerini net olarak yaşadığımız pandemi süreci de gözönüne alındığında neredeyse artık doğru dürüst giden bir şey yok.
SOSYOLOJİK VE PSİKOLOJİK TSUNAMİLER
Belirsizlikler, hastalıklar, savaşlar, ekonomik sıkıntılar, dev göç dalgaları da buna eklenince sosyolojik ve psikolojik tsunamiler tüm dünyayı olduğu gibi bizi de kasıp kavuruyor.
Ama bütün bunları konuşurken dünyada benzer riske sahip ülkelerde olduğu gibi Türkiye’nin deprem gerçeğini de bu telaş içinde arada unutuyoruz.
Arada ciddi sarsıntılar ve beraberinde ölümlere yol açan depremler olduğu zaman kısa süre konuşup tekrar konuyu unutuyoruz.
ACILAR HALA TAZE
17 Ağustos 1999’un üzerinden tam 22 yıl geçti. O gün; Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan 7.4 şiddetindeki 45 saniye süren Marmara Depremi, Kocaeli, Sakarya, İstanbul, Düzce ve Yalova’da büyük yıkıma yol açtı.
Resmi rakamlara göre; 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti, 43 bin 953 kişi yaralandı. 200 bin kişinin evsiz kaldığı, 66 bin 441 konut ve 10 bin 901 iş yerinin yıkıldığı depremden 15 milyonun üzerinde kişi çeşitli düzeylerde etkilendi. 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 iş yerinde hasar oluştu.
O günden bu yana şüphesiz bir çok adım atıldı ama sonrasında yaşadığımız yine yüzlerce canımızı kaybettiğimiz Van, Erzincan, İzmir ve benzer irili ufaklı depremler halen hazır olmadığımızı gösteriyor.
Tabii ki doğanın gücüne hiç bir insan yapısı sonuna dek dayanamaz ama dünyada diğer ileri ülkelerle karşılaştırıldığında binalarımızın dayanıklılığı başta olmak üzere daha çok eksiğimizin olduğu görülüyor.
SADECE GEÇEN YIL RAKAMLARI. BİLE ÜRPERTİCİ
Topraklarının büyük bölümü sismik fay hatları üzerinde ya da yakınında yer alan Türkiye’de sadece geçen sene 33 bin 824 yer sarsıntısı oldu. 4 ve üzerinde deprem sayısı da 322 olarak gerçekleşti. Bir yıl önceki verilerle kıyaslandığında, deprem sayısında yüzde 44’lük artış gözlendi.
Resmi raporlara göre; dünyada her sene 500 bin civarında deprem oluyor. Maalesef
100 tanesi de büyük hasara neden oluyor. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, 1500’lü yıllardan itibaren farklı zamanlarda 7 ve üstü 23 depremle sarsılmış.
Şu bir gerçek ki; Türkiye coğrafyamız Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu ve Batı Anadolu Fay Hatları deprem kuşağında bulunuyor.
Kısacası; uzmanların dediği paralelde, Türkiye’de artık binaların deprem yükü hesaplamaları, güçlendirme çalışmaları ve riskli yapıların belirlenmesi için geç kalmamalı.
RİSK YÜKSEK
Neden mi? Yukarıda saydığımız gerekçeler ve yüksek risk tablolarına bağlı olarak, 7 ve üzeri bir depremin Marmara Bölgesinden Doğu Anadolu eksenine dek bir noktada vurma ihtimali önümüzdeki çok da uzun olmayan bir dönemde oldukça yüksek. Kimileri bunun 20-30 yıl veya daha uzun sürede, kimileri ise aksine daha kısa zamanda olabileceğini iddia ediyor.
İnşallah bu hiç bir zaman gerçekleşmez. Ancak, bunu dilerken, kadere de inanırken, şüphesiz aklımızla ve bilimle de gereken tedbirleri almak ileride büyük acıların yıkımların önüne geçecektir.
Ülkemizi kasıp kavuran yangınlarda, sellerde insanlarımızı, canlılarımızı kaybettik kahrolduk. Resmen yıkıldık.
Bütün bu acılarımızı yaşarken, deprem gerçeğimizi, acılarımızı da naçizane hatırlatmak istedim.
Ülkemiz hep iyi ve insanları hep mutlu olsun….
Sağlıkla Kalın….